Wednesday, May 9, 2012

Doğumda fotoğraf çekmek

Babamın fotoğrafçılık konusunda şöyle bir yorumu var:

"Önemli olan nasıl bir makineye sahip olduğun değil, doğru anda doğru şeyi görebilmen" ya da buna benzer bir şeydi:)

Yani elinde basit bir snapshot veya cep telefonu bile olsa doğru yerde, doğru zamanda süper fotoğraflar çekebiliyorsun. Diğer tüm ekipmanlar vs işe çeşitlilik ve detay kapmak için kanımca. Çözüm de yok değil. Örneğin zoom yok mu git avlanmak üzere olan aslanı 1,5 metreden çek:)

Bu gazla yakın mesafeden bir çok fotoğraf çekimi yaptıktan sonra kafayı doğum fotoğrafçılığına taktım. Bir o kalmıştı.

Şansıma yaklaşık iki sene önce eşimin ablasının doğumunda fotoğraf çekmem için böyle bir teklif geldi. (Çekim yasası) Onun arkasından eşimin ve en son da geçen hafta eşimin bir arkadaşının doğum fotoğraflarını çektim.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki bir mucizeye tanık oluyorsunuz. Doğum öncesine kadar geyik yaptığınız kişinin içinden bir insan çıktığına şahit oluyorsunuz. Bu ne şekilde olursa olsun (normal, epidural, sezaryen vs) muazzam bir duygu patlaması. 3. şahıs olarak bunlara şahit olmak ise çok farklı bir duygu. 

Ne gibi artıları var derseniz:

Öncelikle kendi sınırınızı zorlamış oluyorsunuz. Sonuçta bir stres ortamı mevcut. Ortalıkta bir kadının normalde çıkarmadığı sesleri çıkardığına şahit oluyorsunuz, vücut sıvılarına bulanmış bir bebek görüyorsunuz; sezaryen durumunda buna kan da ekleniyor, bir de bebeğe normalde sizin yapmaya cesaret edemeyeceğiniz çeşitli işlemler yapılıyor (sadece temizlik değil bahsettiklerim). Sizi öldürmeyen güçlü kılar mantığı ile devam ettikçe bunlar olağan hale gelmeye başlıyor. Üçüncü çekimimi yapmış olarak öyle olacağını öngörüyorum:)

Multitasking bir kişi oluyorsunuz. Örneğin ben hem doğumu izlemeyi hem fotoğraf çekmeyi hem de eşimi motive etmeyi başarabildim.

Özellikle ilk doğumuna giren babalar yukarıda bahsettiklerimi ilk defa yaşayacağı için onlara destek olacak tecrübeli birisinin olmasının faydalı olacağını düşünüyorum. (Genelde hastanede anne ve bebekle ilgileniliyor, babayı pek düşünmüyorlar izlenimi edindim) Ben henüz böyle bir destekte bulunduğumu düşünmüyorum ama bundan sonrasında aklımda bulunsun.

Son olarak bir deneyim olarak bakabilirsiniz. Bu hayata deneyim yaşamak için geldiğime inanıyorum. Erkek olarak kendi doğumu haricinde foto çekmek de böyle bir deneyim işte:)








Tuesday, March 20, 2012

Suyun önüne engel koyarsanız ya çevresinden dolaşır ya da birikir üstünden aşar

Dönüş yolculuğumuz sırasında Susurluk'ta tost ayran ikilemesi için tabiki duracaktık. Nerede durduğumuzu burada anlatmayacağım. İçeriye kızımla girerken ona bir çift gözün güldüğünü farkettim. Gülen arkadaş tuvalet sorumlusu arkadaştı ve bir engele sahipti.
Bir süre sonra tuvalate gittiğimde elimi yıkarken bana neşeli bir sesle seslendi:

- Nasılsınız efendim?
- İyilik nasıl keyifler?

diye cevap verdim. Sonra kısa bir sohbetimiz oldu. Bana orada çalışmaktan çok memnun olduğunu belirtti. Nereye gittiğimi sorduğunda İzmit'i İzmir anlayıp, orada öğretmenlik yapan kardeşinden bahsetti. Vedalaştım tost ve ayranımı yemeye eşimin ve kızımın yanına gittim.

Bir yarım saat sonra kızımın altını değiştirmek için ufak bir telaş yaşadık. Altını değiştirtmek istemiyordu ve bu sebeple eşim yardımımı istemişti. Ancak gelin görün ki alt değiştirme yeri sadece kadınlar tuvaletindeymiş. (Bu konuda ben de eşim de bu yaklaşımdan rahatsız olduk. Görünen o ki işletme yönetimi bu işi kadınların görevi olarak görmekte)

Tuvalet başında beklerken az önce bahsettiğim arkadaşa alt değiştirmek için başka bir yer (ofis, koltuk vs) olup olmadığını sorduk. O da sağolsun bir koşu işletme müdürüne durumu sormaya gitti. O sırada kadınlar tuvaletini bir şekilde boş bulduk temizlikçi bayana da tembih edip içeri daldık ve işimizi hallettik:)

Dışarı çıktığımızda arkadaşa teşekkür ettim. Bana tekrar "yolculuk nereye" diye sordu. Bu sefer İzmit'i doğru anladı ama. Kısa bir süre daha sohbet ettik. Adının Alper olduğunu, 25 yaşında olduğunu ve Ağustos'ta burada çalışmaya başlayalı bir sene olacağını anlattı. Anlattığı kadarıyla sigortası yatıyor, işletme yol parasını karşılıyordu.

Farkettiyseniz arkadaşın bazı konularda yaşadığı sıkıntılar olabilir ama tuvalet temizliğini gayet güzel yapabiliyor. Buna benzer eminim her türlü işletmede işler vardır veya yaratabilir. En son yapılan TÜİK Sağlık Sorunları Ve Faaliyet Güçlükleri Yaşayanların İşgücü Durumu Araştırma Sonuçları'na (2011 2. Dönem) göre Türkiye'de mevcut durumda sadece yukarıda bahsettiğim tarz engeli olan 250000 kişi yaşamakta. Bu rakamın da sadece %12,8'i işgücüne dahil. Kalan 219000'i çeşitli sebeplerden işgücü dışında. Gene bu tarz engelli kişiler arasındaki işsizlik oranı %15,6 civarında ki bu rakam %9,4 olan Türkiye ortalamasının çok üzerinde. 

Sonuç olarak bu Alper gibi başka her türlü engele sahip arkadaş da kendi yeteneklerini en iyi sergileyebileceği bir işte çalışabilir ve su gibi engelini aşabilir.

Monday, March 19, 2012

Diplomalı Pazarcı

Yarın Aydın'dan ayrılacağımızdan, malum "bizim oralarda bulunmuyor biraz ot satın alalım" diye pazara gittik. Aydın ve otlar için söylenmiş iki sözü de burada söylemeden konuya geçmeyeceğim:

Anadolu etle doyar, Aydın otla.

Diğer cümle de bizzat eşimin amcası tarafından söylendi:

Aydın'da insan aç kalmaz. Çıkar dağa ot yolar onu yer. (Kişisel görüşüm ama bazıları bu yoldukları otları satıyordu pazarda)

Her iki söz de burada oluşmuş olan ot kültürünü anlatmaya yetiyor diye düşünüyorum. Hakikaten de birbirinden çeşitli bir çok ot var ve bu otların türlü hazırlanma ve pişirilme çeşitleri mevcut. İşte bu sebepten biz de dönmeden önce bol miktarda ot alalım diye pazara gittik.

Pazarda gezerken ben de bizim oralarda pazara gittiğim için doğal olarak fiyatları karşılaştırdım. Bir yerde karnabahar gördük. Hemen fiyatını sordum 1,5 TL olduğunu söyledi satıcı. Yaklaşık 1,5 ay önce aynı karnabaharı bizim orada (İzmit) 6 TL'ye gördüğümü belirttim satıcıya.

Bunun üzerine satıcı çoğumuzun bu tarz durumlarda yaptığı gibi kendinden bahsetmeye başladı. Kendisi İzmit'te 2 senelik Güvenlik bölümü mezunuymuş ve şu anda iş aramaktaymış.

Bu olay hoşuma gitti. Arkadaş belki öncesinde de pazarcıydı ve üniversite bitirdi veya direkt üniversite sonrası iş bulana kadar para kazanmak amacı ile pazarcılığa başladı. Sonuç olarak kendisine bir uğraş bulmuş. En kısa zamanda bir iş bulmasını dilerim.

Friday, March 9, 2012

Make an offer! (two examples)

In his book "Rich Dad, Poor Dad", Robert Kiyosaki, a Hawaiian entrepreneur, was suggesting us to make offers everytime, everywhere in our lives. Or that was at least what I understood of it. So let me talk about what I understood of this.

From the words "make an offer" I understand doing something that pushes us out of the safe zone to risky waters of the cold and deep ocean.  This can be asking a question in an auditorium filled with 1000 people, or ringing the doorbell of your first customer or even asking out the girl of your dreams at the age of 13.

So, why risk it? 

By doing that you get the opportunity of increasing your life quality. Isn't it worth it? I can hear some of you saying "There's the risk of being turned down, being ashamed in the public etc.". Lets look from the other side. All those turning downs can be a life experience remember. So you'll never loose, which means there's no risk. Because you get the experience of what to do, how to feel for the next game.

To do that depending on the person you may need some exercises. Well I have written down two of them. Believe that they will help.

First you may start from your age of puberty asking people out. The more you ask you increase the possibility of going out with someone and experience of having a relationship. You may be refused sometimes but those will bring the experience of strong "I don't care" attitude. It is same in life also. You get turned down in business, in relationships etc but if you don't quit and keep on pushing you have more chance than the one who quits for the first time. That's why all the entrepreneurs have good looking partners remember:)

The second exercise needs a little trip from your house for most of you. This time I'm going to ask you to go to Thailand. As soon as you get there go to a street shop to buy a t-shirt with Thai-Boxing figures on it. Before buying the t-shirt always give a price almost half of the selling price. Don't worry because in Thailand street shops bargaining has become some kind of culture. You can read the link to get some idea on how to bargain in Thailand. After doing this couple of times you become an expert at that. Try to do that (maybe not extreme as Thailand) in your country.

With those two easy exercises you can learn how to make an offer. Remember you are offering for your life. After your offer your life changes direction to always better. It is like a bar in high jump. There's a bar in everbody's mind and once we jump over, it is elevated. The higher it is the stronger you are. So try to do more and also different exercises and have a quality life. 

Thursday, March 1, 2012

Prototip Ferrari Kullanmak

Yaklaşık 3 sene önce prototip bir Ferrari kullanmaya başladım. Her sekiz ayda bir de daha üst bir modeli ile değiştirdim. Buna ek olarak her gün servise gitti ve yeni eklemelerle geri geldi.

Kulağa keyifli geliyor değil mi? Bu aslında opensource (açık kaynak kodlu) yazılımlar ile yaşadıklarımın bir yüzü. Uzun zamandır Firefox kullanıyordum ancak yaklaşık 3 sene önce bilgisayarıma bir Linux işletim sitemi olan OpenSuse'yi kurdum. Prototip Ferrari deyimini de bu zamandan beri kullanıyorum. Önce bunun arkasında yatan sebeplerden biraz bahsedeyim:


GÖRSELLİK

Öncelikle Windows'un henüz gelemediği görsel masaüstü uygulamalarına yıllar öncesinde kullandığımı söyleyebilirim. Arka planda çalan müzik kötü de olsa güzel bir örneğini bu linkten görebilirsiniz. (Ör: http://www.youtube.com/watch?v=MN5VIVNSJ5I) İnsanı ilk tavlayan bu görsel uygulamalar oluyor.

SÜREKLİ GÜNCELLEME

İkinci hoşuma giden uygulama da her gün yeni bir yama ile açıkların kapatılması. Sistem sürekli kendini yeniliyor. Sürekli kendisini yenileyen sadece sistem değil, sistemde bulunan her türlü program için de güncelleme mevcut. Yeni arayüzlerden, programlara add-onlara kadar her şey var. İşletim sistemi de her 8 ayda bir yeni bir sürüm çıkarıyor. Bu uygulama oldukça oturmuş proje yönetimi ile yapılmakta. Büyük Linux dağıtımlarının (OpenSuse, Ubuntu vs) arkasında bu işi destekleyen önemli kuruluşlar da mevcut. (Örneğin Novel) Ancak güzel olan sayısız kişi bu opensource için çalışıyor. Benim gibi programlama dili bilmeyenler bile wishlist denilen listelere girerek istek ve dileklerini paylaşabiliyorlar veya kullanım klavuzlarının, wikilerin oluşturulması için zaman ayırıyorlar, tercüme yapıyorlar vs.

KULLANICI DOSTU

Bu sistemler kullanıcılar tarafından geliştirildiği için ihtiyaç duyabileceğiniz her uygulama neredeyse mevcut. Örneğin Windose'un yanından bile geçemeyeceği sağ tuşu menüleri ile kopyala yapıştır uygulaması oldukça basitleştirilmiş.

Windose'da kullanılan neredeyse tüm programlar için Linux altında işleyecek benzerleri ya yapılmış (genelde çok daha kapsamlı özelliklere sahip oluyorlar bunu da belirteyim) ya da çeşitli emülasyon programları ile (Wine gibi) bu programlar çalıştırılabiliyor. (Hiç denemedim forumların yalancısıyım) Bu arada Linux altında çalışan tüm programların ücretsiz olduğunu da eklemek isterim.


GÜVENLİK

Güvenlik gene önemli olan konulardan bir tanesi. Virüs programı kullanmanıza gerek yok diyebilirim çünkü dünyada gezinen virüsler çoğunlukla Windose için geliştirilmiş. Buna ek olarak firewall uygulaması ile siz istemeden bilgisayarınızı açamıyorsunuz bile:)

PEKİ NİYE FORD DEĞİL PROTOTİP FERRARİ?

Peki niye prototip Ferrari kullanıyorum dediğime gelecek olursam; bir kere görsellik videodan da görebileceğiniz gibi çok havalı. Bunun yanısıra kullanışlı da. Ancak bu yanar döner sistemin tüm özelliklerini bir türlü tam olarak kullanamadım. Veya kullandıklarım bir süre sonra yeni yamalar ve güncellemeler ile kullanılamaz hale geldiler. Bu çalışan programlar için de geçerliydi. Ne yaptım tek tek düzeltilecek her şeyi bir to do list'e ekledim, zamanım oldukça da çözdüm. (Evet işin güzel tarafı bir şekilde forumlardan, wikilerden aldığınız bilgiler ile çözülüyor. Çözülmüyorsa ortalama 2-3 ayda yeni bir yama vs ile çözümleniyor.)

Güvenlik evet çok iyi ancak USB flash diskinizi okumak bile bazı durumlarda yukarıda bahsettiğim araştırmaları gerektirebiliyor. Uzun bir süre kurulu bulunan Windose'daki dosyaları görmeme rağmen silemiyor veya değişiklik yapamıyordum. (Bir süre tamamen göremedim)

Sonuç olarak eğer stabiliteyi tutturabilirseniz, (yani bir kere kurun herşey çalışsın, güncellemeyi dikkatli yapın) süper oluyor. Şu an tablet bilgisayarlarına bu tarz uygulamaları kuran kesin vardır. Onları da incelemek isterim. Ama beni bu konuda asıl keyiflendiren bilginin kişiler arasında yeni bir değer/ürün/hizmet üretmek için serbestçe paylaşımı oldu. Selamlar

Wednesday, February 29, 2012

Dınn anı!

Eminim sizin de dınn anlarınız olmuştur hayatınızda. Hani bir anda hayatın veya gerçeğin farkına varırsınız ya işte bu anlara dınn anı demek istedim. Az önce de bu oldu. Sonra bu blogu açalı neredeyse 3 sene oldu halen bir şey yazmış olmadığımı farkettim. Bu aralar kurmakta olduğum işim için çalıştığımdan başlamak için ideal zaman olduğunu düşündüm.

Az önce bir süredir takip ettiğim James Altucher'ın eski yazılarında göz gezdiriyordum. Bir kaç blogunda tekrar ettiği 4 vücut kelimesine takıldı aklım.

4 vücuttan kastettiği fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal vücutlar. İşte dınn anı o sırada geldi.
James'in bahsettiği 4 vücudu da sağlıklı tuttuğumuzda gerçekten güzel bir hayatımız oluyor.

Örneğin fizikselden kasıt tüm diğer vücutları taşıyan etten kemikten oluşmuş vücudumuz. Çok basit bir örnek vereyim sıkıntılı olduğunuz anlarda derin nefes aldığınızda veya işten çıktığınızda kan dolaşımını hızlandıracak bir aktivite (spor, gerinme vs) yaptığınızda kendinizi hemen daha iyi hissedersiniz öyle değil mi? Askerdeyken öğle yemeği sonrası uykum geldiğinde 3 şınav çekerdim bir anda enerjim geri gelirdi. Bunu sürekli yaptığınızı düşünün. Sürekli iyi hissetme hali.

Duygusal vücut sizin duygularınız. Okuduğum bir kitapta insan beyninin bir anda sadece tek bir düşünce düşünebildiğinden bahsediyordu. Yani ben aynı anda hepinizi düşünüyorum çocuklarım yalan oluyor. Bu sebeple beyninizden olumsuz bir düşünce geçtiğinde onu ortadan kaldırmak için başka bir olumlu düşünce düşünmeniz yeterli oluyor.

Tabi bunun yanısıra sizi olumsuz duygulara yönlendiren ortam, kişi, olay, yazar, haber gibi etkenlerden de uzaklaşmanız gerekiyor. Odadan çıkın, o arkadaşı facebook hesabınızdan silin gitsin mesela. Örneğin ilk işime giderken arabam olmadığı için otobüsle gitmek zorundaydım. Tek ayak ve yaklaşık 1,5 saat süren bu serüvende otobüste durumlarından memnun olmayan insanların sıkıntısı otobüse biner binmez üstünüze geliyordu. Buna çözüm olarak discman'ime bir CD koyup sesi de dışarıyı duyamayacak kadar açmayı geliştirmiştim.

Zihinsel vücut ise beyin aktivitelerimizle alakalı. Beynimizi sağlıklı tutalım ki gelecek için daha uygun fikirler versin bize. İşleyen demir ışıldar hesabı. Bence bunun için düşünme zamanları ayırmak gerekiyor kendimize. Bu düşünce zamanlarını beslemek için de bilgi alabileceğimiz ortamlar yaratmalıyız. Kitap okumak verimli bir uygulama olmasa da (ortalama okuma hızı üniversite mezunlarında 300 kelime/dk halbuki beynin kapasitesi 100000 kelime/dk, bu bilgiyi Hızlı Okuma adlı bir kitaptan aldım, yazarını hatırlamıyorum şimdi), hatırlama egzersizleri, vay bey dedirten ve fikir üretmeye yönlendiren her türlü belgesel, blog vs.

Son olarak ruhani vücut; sizi rahatlatan ne varsa onunla ilgili şükür duymakla ilgili. Bu bir varlık, kişi, aile, üyesi olduğunuz bir STK, bir fikir her şey olabilir. Bir şekilde kendinizle hesaplaşma gibi geliyor bana. Sonuçta bu aidiyet duygusu sizi rahatlatır. Hayatta sırtınızı dayayacak bir şey olması güzel bir şey.

İşte bana dınn dedirten bir olayı bu şekilde aktardım. Arkadaşım Ahmet Kırtok'un önerisi olarak da tek seferde (çok az düzeltme yaptım) yazarak kısa sürede bitirdim. Umarım sizi de düşünmeye yönlendirir.

Lynch Mob, Smoke and Mirrors çalıyor.